Çarşamba 16 Temmuz 2025 - 20:54
Son Gelişmeler "Direniş Ekseni'nin" Bölgesel Bir Gerçeklik ve Zorunluluk Olduğunu Bir Kez Daha Gösterdi

Havza / 12 günlük İran-İsrail savaşı, sadece bir askeri çatışma değil, jeopolitik dengeleri yeniden şekillendiren tarihsel bir dönemeç olarak kayda geçti. ON4 TV Haber Müdürü Hasan Akaras, bu savaşın arka planını, ABD’nin rolünü ve Türkiye’nin duruşunu tüm boyutlarıyla değerlendirdi.

Havza Haber Ajansı Türkçe Çeviri Grubunun aktardığı habere göre İsrail’in 13 Haziran’da İran’a yönelik saldırısıyla başlayan ve 12 gün süren çatışma yalnızca iki ülke arasındaki bir gerilim değil; aynı zamanda küresel dengelere, direniş eksenine ve bölgesel ittifaklara dair yeni bir dönemin habercisi oldu. Bu kritik gelişmeleri, süreci yakından izleyen ON4 TV Haber Müdürü Hasan Akaras ile konuştuk. Akaras, savaşın nedenlerini, ABD’nin müdahalesini, Türkiye’nin pozisyonunu ve önümüzdeki dönemde İslam dünyasını bekleyen diplomatik senaryoları değerlendirdi. 

1. Öncelikle röportaj teklifimizi kabul ettiğiniz için teşekkür ederiz. İran İslam Cumhuriyeti ile İsrail ve ABD arasında son on iki günlük savaşın nedenlerine ilişkin değerlendirmeniz nedir?

Sorunuz çok yerinde çünkü bu 12 günlük savaşı sadece askeri bir olay olarak değil, uzun vadeli jeopolitik bir denklem içinde okumak gerekiyor. Bu krizin asıl kökeni, Siyonist rejim İsrail'in bölgedeki yerleşimci-kolonyal politikasına ve Filistin halkına yönelik sistematik soykırım ve etnik temizlik girişimlerine karşı oluşan direniş hattına dayanıyor.

Uzun yıllardır İsrail'e karşı silah kullanan, teslim olmayan tüm güçlerin beslendiği ana kaynak İran İslam Cumhuriyeti'dir. İran İslam Cumhuriyeti, 1979'dan beri Filistin meselesini yalnızca insani bir mesele değil, aynı zamanda İslam dünyasının onuru ve emperyalizme karşı bir direniş hattının merkezi olarak görmüştür. Bu nedenle Filistin direnişini ve halkını, yıllardır elindeki her türlü imkanla desteklemiştir.

İsrail ise doğrudan direniş güçleri ile girdiği mücadelenin, İran'ın kararlı desteği olduğu sürece kazanamayacağının farkındadır. Bu nedenle 13 Haziran'da birkaç farklı hedefle yeni bir savaş başlattı. Bu hedeflerin en önemlisi şüphesiz, İran'daki İslam İnkılabı'nı yıkmak, kendileri ile barışık bir rejim oluşturmaktı. Ancak İran halkının kenetlenmesi ve iradesi, saldırıları başarısız kıldı.

Son 12 günlük savaşın doğrudan nedeni İsrail'in uluslararası hukuku ihlal eden ve 13 Haziran'daki son saldırıları oldu. Bu saldırılar İran'a karşı doğrudan bir savaş ilanıydı. İran da savaş ilanına karşı kararlı ve etkili bir misilleme dalgası gerçekleştirdi. İran’ın caydırıcılığını sorgulamak üzere yapılan bu saldırılara karşı İran'ın verdiği yanıt ise "stratejik sabır" döneminin bir sınırının olduğunu gösterdi. İran doğrudan kendi topraklarından İsrail'e geniş çaplı füze ve İHA misillemeleri yaparak, hem direniş eksenine hem de İsrail'e çok net bir mesaj verdi.

Bu, aslında yeni bir jeopolitik denge kurma çabasıdır. İran, ABD ve İsrail’in yıllardır inşa ettiği “İran’ı sınırlama” stratejisini boşa çıkardı ve İsrail’in bölgede “dokunulmaz” olduğu fikrini yıktı.

2. ABD'nin bu çatışmadaki rolünü nasıl değerlendiriyorsunuz? ABD, İran ile doğrudan çatışmaya mı girdi, yoksa sadece İsrail'i destekleyici bir tavır mı takındı? Hangisi mevcut durumda tabloya daha uygun?

Biz yıllardır şunu çok net olarak görüyoruz ve bu son 12 günlük savaş da bunu açık bir şekilde kanıtladı ki, İsrail tek başına İran'la savaşacak güce sahip değil. 13 Haziran'dan 12 gün sonra, İran'ın misilleme operasyonlarına karşı düştüğü çaresiz durum, Siyonistleri ateşkese mecbur bıraktı.

Burada ABD’nin rolü de aslında emperyalist bir garantör rolüdür. Washington yönetimi İsrail’in bölgedeki üstünlüğünü stratejik bir çıkar olarak tanımlamış durumda. Bu nedenle de İsrail'in güvenliğini sağlamak için nükleer tesislerle sınırlı ve düşük hasar stratejisiyle bir saldırıya girişti. Ancak saldırıya rağmen Amerika, bu krizde doğrudan İran’la sıcak savaşa girmekten kaçındı. Son yıllarda bölgede sürekli mevzi kaybettiği görülen bir Amerika'nın, İran'la uzun soluklu bir savaş yürütmesi mümkün değildi.

Ancak İsrail’e verdiği askeri destek tartışmasızdır ve ABD olmasa İsrail’in İran karşısında dayanması, kendisini koruması ve varlığını sürdürmesi mümkün olmazdı. İran'ın saldırısı sırasında ABD ordusu, Ürdün'deki, Körfez'deki hava üslerinden kalkan savaş uçakları ve hava savunma sistemleriyle İsrail hava sahasını savundu. Pentagon’un açıklamaları ve bölgedeki CENTCOM varlığı İsrail’in hava savunmasının en kritik parçasını oluşturdu. Bu fiili savunma desteği, aslında ABD’nin çatışmaya dolaylı değil doğrudan müdahil olduğunu gösteriyor.

Mevcut tabloyu en iyi özetleyen ifade şudur: ABD İsrail’in savaşını üstleniyor ve sürdürüyor, ama bu savaşı kontrollü tutmaya çalışıyor. ABD'nin bölgedeki askeri varlığı İsrail'in hareket alanını genişletiyor ve direniş eksenine karşı kurumsal bir şemsiye sağlıyor. Bu yönüyle ABD, sadece destekleyici değil, çatışmanın ana belirleyicisi konumunda.

3. Bu savaş Türk medyasına nasıl yansıdı? Türkiye'deki yansımaları nasıl oldu?

Uzun yıllardır gerek Filistin direnişine verdiği destekle olsun, gerek doğrudan İsrail ve ABD'nin çıkarlarını tehdit eden politikalarıyla olsun İran ciddi bir mücadelenin içerisinde. Ancak 12 gün savaşına kadar Türkiye'de bu mücadele yeteri ve gerektiği kadar anlaşılır olmadı. Bu son savaşsa, Türkiye'de ciddi anlamda bir İran desteğini gündeme getirdi.

Türk medyasına bu kriz iki temel eksende yansıdı. Birincisi, jeopolitik güvenlik krizi ve bölgesel savaş korkusu. İkincisi, Filistin meselesi ekseninde halkın ve medyanın büyük bölümünde hissedilen derin bir öfke ve dayanışma hissi. Siyonist İsrail rejimine yönelik büyük öfke nedeniyle İran'ın misilleme operasyonları Türkiye'de büyük bir destek gördü. İran'ın etkili füzeleri Tel Aviv'i, Hayfa'yı ve diğer İsrail şehirlerini vurdukça ülkemizde İran'a destek artış gösterdi.

Bu destek medyada da geniş bir şekilde yer buldu. İran'ın füzelerinin etkisi, İsrail'in savunma sistemlerinin başarısızlığı çokça konuşuldu. İran'ın vuruş gücü konusunda geniş analizler yapıldı ve bu konuda İran'a yönelik övgülere sıkça rastlandı.

Türkiye’de medya, İsrail’in saldırısını açıkça hukuksuz buldu ve İran’ın tepkisini meşru savunma olarak gösterdi. "İran'ın caydırıcılık tesis ettiği" yorumları yapıldı.

Toplumda ise Filistin’e karşı güçlü bir duyarlılık var. Gazze’de on binlerce sivil öldürülürken İsrail'in dokunulmaz kalmasına karşı duyulan öfke, İran’ın saldırısını birçok çevrede "İsrail'e ciddi yanıt" olarak görmeye yol açtı. Genel izlenim şu oldu: Türkiye'de devlet düzeyinde denge siyaseti var, ama toplum düzeyinde Filistin’le ve dolayısıyla İran'la duygusal ve siyasal bir dayanışma eğilimi güçlü.

4. Savaş süresince Türkiye'nin tutumunu nasıl açıklarsınız? İran ve İsrail arasındaki gerginlik devam ederse, Türkiye'nin nasıl bir rol oynayabileceğini düşünüyorsunuz? Arabulucu mu, tarafsız mı, yoksa Batı veya İran ile uyumlu mu?

Türkiye'nin pozisyonunu değerlendirirken, ülkemizin bir NATO üyesi olduğunu unutmamamız gerekiyor. NATO'nun da üyeleri dışındaki en önemli müttefikleri arasında İsrail'in olduğunu biliyoruz. NATO'nun önemli üye ülkelerinin tamamı, Gazze soykırımı sırasında ve tüm bu gerilim sırasında İsrail'e açık ve sınırsız bir destek verdi. Türkiye'nin de tavrını bu bağlamda görmemiz, değerlendirmemiz gerekir.

Türkiye bu süreçte resmi olarak "itidal" çağrısı yaptı. Hükümet yetkilileri hem İsrail’i hem İran’ı gerilimi tırmandırmamaya çağırdı. Cumhurbaşkanı Erdoğan birçok kez İsrail'in saldırısının gayrımeşru olduğunu vurguladı. İran'a bu anlamda açık destek mesajları verdiğini gördük. İran'ın misilleme operasyonlarıyla ilgiliyse daha çok itidal çağrılarını izledik. İran’ın İsrail’e yönelik saldırısı sonrasında Türkiye, saldırının doğrudan topyekûn bir savaşa dönüşmemesi için diplomatik hatlar kurmaya çalıştı.

Ancak Ankara’nın pozisyonunu daha ince okumak gerek. Türkiye’nin İsrail ile ilişkileri normalleştirme sürecindeyken 7 Ekim 2023'te başlayan Gazze saldırıları yeniden ipleri gerdi. Cumhurbaşkanı Erdoğan,  İsrail’i soykırım yapmakla suçladı.

İran-İsrail gerilimi uzarsa Türkiye’nin rolü bence arabulucu ve kolaylaştırıcı bir aktör olur. Çünkü Türkiye’nin hem İran’la hem Batı’yla diplomasi kanalları var. Türkiye’nin Filistin politikasındaki hassasiyeti, onu İsrail karşıtı bir pozisyona yaklaştırıyor ama NATO üyeliği ve Batı’yla ekonomik ilişkileri onu tamamen Filistin kampına sokmuyor. Türkiye pragmatik bir şekilde denge politikası izler ama Gazze bağlamında İsrail’i eleştiren, direniş hattının meşruiyetine kısmen anlayışlı bakan bir çizgi sürdürür.

5. Yaşanan son gelişmelerin Orta Doğu'daki güç dengeleri üzerinde nasıl bir etkisi olacak? Sizce İran ile direniş ekseni (Hizbullah, Hamas, Ensarullah vb.) arasındaki ilişkiler, Orta Doğu'daki gelişmelerde nasıl bir yer tutacak?

12 günlük savaşın, Filistin'den Lübnan'a, Irak'tan Yemen'e kadar tüm direniş eksenine ve gruplarına moral ve motivasyon kazandırdığını gördük. İran'ın vuruş gücü, İsrail'i defalarca doğrudan vurması, askeri üsleri ve kritik enerji tesislerini vurması, İran'a duyulan güvenin boşa olmadığını kanıtladı. Artık İsrail’in “dokunulmaz” olduğu bir denklem kalmadı.

Direniş ekseni dediğimiz yapı – Hizbullah, Hamas, Ensarullah, Irak’taki Haşdi Şabi bileşenleri – aslında İran’ın vekilleri değil, bölgesel stratejik ittifakının omurgası. Gazze’de İsrail’in soykırım saldırıları, bu ittifakı daha da sıkılaştırdı. İran’ın doğrudan saldırısı, bu eksene “İran sizi yalnız bırakmaz” mesajı verdi ve moral üstünlüğü sağladı.

Bu nedenle İsrail ve ABD, bu direniş eksenini parçalamak için yeni stratejiler geliştirecek. Örneğin Hizbullah’ın Lübnan’daki toplumsal meşruiyetini zayıflatmaya çalışacaklar. Yemen’de Ensarullah'a karşı Körfez desteğini güçlendirecekler. Ancak bu baskı politikası ters etki de yaratabilir çünkü Filistin halkının maruz kaldığı vahşet direniş hareketlerine meşruiyet kazandırıyor.

Bence Direniş ekseni, İsrail’in bölgedeki ABD garantörlüğüne karşı en önemli caydırıcı blok olmaya devam edecek. Kısacası son gerilim, direniş eksenini zayıflatmadı, aksine onun bölgesel bir gerçeklik ve zorunluluk olduğunu bir kez daha gösterdi.

6. Ortaya çıkan koşullar göz önüne alındığında, özelde İran ve Türkiye arasında bölgesel olarak Müslüman ülkeler arasında bölgesel diplomasi ve iş birliğinden söz edebilir miyiz? İran ve Türkiye, İslam dünyasında yeni bir eksen oluşturabilir mi?

İran ve Türkiye, tarihsel olarak rekabet ve iş birliğini aynı anda yürüten iki önemli bölgesel aktör. Suriye savaşında karşı saflarda yer aldılar, Irak’ta nüfuz rekabeti içindeler, Kafkasya’da zaman zaman karşı karşıya geliyorlar. Ancak bölgesel krizlerin yönetiminde diplomatik iletişim kanallarını sürekli açık tuttular. Bu, iki ülkenin jeopolitik realizmini gösteriyor.

Son Gazze krizi ve İran-İsrail savaşı bağlamında İran ve Türkiye’nin ortaklaştığı önemli bir zemin var: İsrail’in saldırganlığını sınırlama ve Filistin’e destek sağlama hedefi. Türkiye Hamas’la açık ilişkiler sürdürüyor ve Filistin meselesinde İran’la benzer bir söylem benimsiyor.

Ancak tam anlamıyla bir “İslam dünyası ekseni” oluşturmak önünde önemli engeller var. Türkiye'nin NATO üyeliği, Batı ile entegre ekonomisi, iyi ilişkileri ve klasik mezhep okumaları, bu ekseni oluşturmanın önündeki en büyük engeller. Ancak son savaş gösterdi ki, Batı topyekun İsrail'in yanında ve destekçisi konumunda. İsrail saldırısına maruz kalan hiçbir ülke, uluslararası hukuk, uluslararası toplum ve kurallarla koruma altında değil. Bu nedenle İslam ülkelerini bu saldırganlıktan koruyacak bir ittifak zaruri hale gelmiş durumda.

Yine de bence realist bir perspektifle şunu söyleyebiliriz: Türkiye ve İran, İsrail’in bölgesel üstünlüğünü sınırlama, Filistin’e destek sağlama, ABD’nin mutlak hegemonyasını dengeleme gibi konularda bölgesel iş birliği modelleri geliştirebilirler. Tam bir blok oluşturmasalar da, çok kutuplu bir Batı Asya düzeninin inşasında birlikte hareket edebilirler.

7. Çok teşekkür ederiz. Son olarak eklemek istediğiniz bir şey var mı?

Ben de teşekkür ederim. Son olarak şunu vurgulamak isterim: Batı Asya'daki krizlerin temelinde adaletsizlik, sömürgecilik mirası ve emperyalist güçlerin bölgeyi kendi çıkarları için şekillendirme arzusu yatıyor. İsrail’in Gazze’deki soykırım politikası bunun en çıplak hali.

Direniş ekseni, Batı merkezli güvenlik mimarisine karşı ortaya çıkmış bir direniş stratejisidir. İran’ın bu eksendeki rolü, Filistin meselesine sahip çıkan bir hattın varlığını garanti ediyor. Türkiye’nin ise bu süreçte Batı’nın ikiyüzlü tavırlarına karşı daha bağımsız bir duruş geliştirmesi önemlidir.

Kalıcı çözüm ancak adalet temelinde mümkündür. Filistin halkının meşru hakları tanınmadan, İsrail’in işgal ve apartheid rejimi sona ermeden bölgemizde gerçek barış olmayacak. Bu yüzden bölge halklarının kendi kaderlerini tayin etme hakkına ve direniş meşruiyetine dayalı bir diplomasi anlayışına ihtiyaç var.

Son Gelişmeler "Direniş Ekseni'nin" Bölgesel Bir Gerçeklik ve Zorunluluk Olduğunu Bir Kez Daha Gösterdi

Ekler

yorumunuz

You are replying to: .
captcha